Bir insanı otuz yıldır tanıyorsan, dahası bu insanla önce dost, sonra sevgili ve de karı koca olduysan, birbirine benzemeye başlar mısın?
Hele de hiç ama hiç benzemiyorsan? Ne demiştim bir vakitler, “o gündüzdür ben gece…” ?
⭐️🌞🌙⭐️🌞🌙⭐️🌞🌙⭐️🌞🌙
Bize geçireceklerinden emin olan kocama “merak etme tek kişilik odanın bütün nimetlerinden faydalandım, tuvaletine girdim ve seni beklemek için kafeye bile gitmedim,” diyecektim.
Ameliyattan çıkınca.
Kendini kanının iliğinin son damlasına kadar hırpalarcasına, aylardır evin eksiklerini tamamlayan muhterem kocam, iki elinde birden ağrı ve parmaklarda his kaybı olunca mecburen doktora gitmiş, lakin derhal ameliyat talimatından hiç hoşlanmamıştı. Ben ciddiye almadığını ve fizik tedaviyle kaytarmak istediğini sanmaktayken, onun derdi başkaymış. Aslında daha beter bir şeyden korkuyor ama henüz bana dillendirmiyor. Önümüzdeki haftayı bekleyecekmişim. Peki.
Doktor hızlı bir operasyondan bahsetmişti, iyi hadi on beş yirmi dakikada halleder çıkarız, eve gideriz derken, bir de baktık, özel oda mı çift kişilik oda mı istediğimizi soruyorlar. İstemiyoruz diyoruz kalmayacağız diyoruz yok diyorlar, illa oda olacak. Seçenek kalmamıştı güya, çift kişiliğe he dedik geçtik, bu defa da ayarlayıvermişler, özel odaya aldılar. Özel oda dedin mi de yanındaki yatağı dışarı çıkarmak o kadar… Yoksa odalar standart. Kalmayacağımız bu oda için bize muhtemelen geçireceklerinden, bari dedim, beklemeyi bile odada yapayım da parayı çıkaralım.
Bu işleri şöyle detaylıca da konuşamıyoruz ki, acilen bulabildiğimiz tek hastane Wallonia bölgesinde ve her şey Fransızca.
Gerçekten değişik memleket Belçika. Bir bölgeden diğeri, bir mahalleden öteki arasındaki fark, ülke düzeyinde. Diller, tipler, tavır ve tepkiler, her şey birbirinden farklı. Gün geliyor, o iki dil birbiriyle öyle anlaşamıyor ki resmi olmayan ortak dil İngilizce’ye dönüşüyor. Bir dil beceriksizi olan şahsımın canına minnet, bir şekilde bu Belçika çukurunda hala hayattayım!
Muhterem kocama, o totoların göründüğü ameliyat entarisinden giydirdiler. Ameliyat havasına girmemekte direndikçe sokmaya çalışıyorlar, hay sizin prosedürünüze diyeceğiz, Fransızcamız kıt, diyemiyoruz.
Öyle bir bakıyordu ki, ben de gelebilir miyim dedim, hemşire sen git kafede kahve iç dedi, işte buradayız… Kitap bitti, internet pek yavaş, demeye kalmadı, bizimki bembeyaz yüzle odaya teşrif etti. Bu iyiye işaret değil, ya bayıldı, ya bayılayazdı.
İğne neşter gibi tıbbi ekipmanlara karşı son derece kırılgan olan kocamın bu durumunu ilk defa otuz yıl kadar önce grip aşısı olayım da yurt köşelerinde telef olmayayım diye sağlık ocağına gittiğimizde keşfetmiştim. Beni odaya gönderdi, kendi aşı filan olmadan kaçtı. İğneden korkan insan efsanesinin efsane olmadığını o vakit öğrendim. Sonra biz bu muhteremle evliyiz, beni yirmilik diş ameliyatına götürdüydü, benim iğneyi müteakip ekip beni bıraktı, bayıla yazan kocamı ayıltmaya koştuydu.
Yani senin anlayacağın, kalantor görüntüsünün altında iğne gördü mü, pır pır atan hassas bir yüreği var muhteremin.
Neyse, odaya geldi, tansiyon ölçüldü, sekiz dediler. Yedi civarı olmasına alışkınım, heyecandan az çıktı herhalde dedim, ve sordum “Büyüğü kaçmış?” Büyüğü sekiz dediler, neay kocam elden gidiyor! Hemşireler başka cihaz getirdiler, aynı. Bir tepside yemek geldi, yesin, tekrar bakalım dediler. Tansiyon normale gelmeden harbiden çıkarmayacaklar, artık tam olarak tek kişilik odanın hakkını veririz.
Çektim tepsiyi önüme, bir kase çorba üç dilim ekmek, iki çeşit peynir. Hangisinden istersin diye soruyorum, muhterem ne dese beğenirsin?
“Getir getir hepsini yiyeceğim, tek kişilik odayı geçirdiler zaten bari parasını çıkaralım!”
Otuz yılın hangi fotoğrafını koysam bilemedim, evin merdiven başına yaptığımız kolajı koydum.
Geçmiş olsun 🙏🏼🌸
Geçmiş olsun. Eşinize acil şifalar diliyorum.