Pes ettim.
Geri uyumak için debelenmekten ve yatakta dönüp durmaktan vaz geçtim. Sabah dörtte tuvalete kalkmıştım, bir demlik çayın üzerine bir de bitki çayı içersen, çişin gelir tabii. Sonra cin gibi dikilirsin.
Ne yapsam kar etmedi, melisa çayı içtim, kitap okudum. Aksi gibi kitap da sarmaz mı?
Ama ben biliyorum nedenini. Stres. İşte bugünlerde kendi içimde acayip bir stres yaşıyorum. Yetiştirememe, yetersizlik, işlerin kontrolümden çıkıyor hissi. Öyle ki iki gündür ara ara midem de ağrıyor. Üstüne regl sancıları, nasıl desem tüy dikti. Ha bir de dolunay mıymış neymiş…
Dün müdürümle aylık “gaz alma” toplantısı vardı. Birebir “naber nassın” toplantılarını böyle adlandırıyorum. Ben de ekipteki arkadaşlarımla yapıyorum, ve aslında bu toplantıları seviyorum, bilgisayarlarımızı kapatıp sohbet ediyoruz. Birbirimize geri bildirimler veriyoruz, aslında iş ama biraz işin dışında gibi. Daha ziyade işin en büyük parçası olan insan üzerine organizasyon üzerine konuşma diyelim. Neyse dediğim gibi bu toplantıları seviyorum ama dünkünü sevmedim. Çünkü kendimi çok şikayet ederken buldum. Bazen de savunma yaparken. Bu bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor. Halbuki Stefaan’dan destek olmasını isteyebilirdim. Bunun yerine mızmızlanmaktan hoşlanmadım.
Çünkü bu ben değilim. Ben mızmızlanmam. Her zaman bir yolunu bulurum. Sorunu ortaya koyarım, yüzleşirim ve çözerim. Hatta bazen o kadar çözüme odaklanırım ki, bizim kalite problemlerinde root cause dediğimiz ana sebebe inmeden hallederim. Belki de bu aralar root cause dehlizlerine inmem ve takım arkadaşlarımdan yardım almam gerekiyordur.
Bunları düşünürken mi kaçtı uykum? Belki de… Bu stresi yüklenme meselesinin kadınlarda daha fazla görüldüğünü okumuştum. Sanırım Evrim Kuran’ın “Başarılı bir kadın olduğum için özür dilerim” kitabıydı. Kadınlar iş hayatında erkeklere göre hem astlarının sorumluluğunu daha fazla üzerlerinde hissediyorlarmış hem de yardım isteme konusunda daha fazla zorlanıyorlarmış. Tabii hata yapma korkusunun çok daha fazla olduğunu söylememe gerek yoktur diye düşünüyorum. Üstelik bu aşırı özür dileme meselesi de benim de yaptığım ve fakat ziyadesiyle sinirlendiğim bir durum.
Geçen gün benden çok daha genç kadın arkadaşım, bir toplantıda korkunç bir hata yapan yaşıtı bir erkeğin hatasını kabul etmek bir yana, müthiş bir özgüvenle üste çıktığını, onu sıkıştıran müdürlerine de “kimse kusura bakmasın bunlar öğrenme süreçleri olacak o kadar” diye çemkirdiğini anlattı. Kızcağızın söylediği şuydu; “bizim bu erkeklerden öğrenmemiz gereken çok şey var. ben hayatımda böyle kendine güven görmedim, bir defa bile özür dilemedi, ben olsam elli kere özür dilemiştim.”
Bizim şirkette en yüksek mertebedeki Japon yöneticilerimizin Japon bir sekreteri var, dün yanımıza geldi ve istifa ettiğini söyledi. Canım Yuna san bir de kart hazırlamış benim adıma, kibarlığım desteklerim için teşekkür ediyor. Kibarlıkları ve hanımefendilikleriyle hayran olduğum Japon kadınlarından birinin benim için böyle düşünmesi beni çok duygulandırdı. Neyse ki kartı yanında açmadım yoksa sarılır - yok sarılmazdık muhtemelen - birlikte ağlardık.
Japonlar duygularını pek ifade etmezler ama kadının gözleri dolu, sağlığının strese dayanamadığını anlatmasına çok şaşırdık. Nasıl bir baskı altında kaldıysa çareyi işi bırakmakta bulmuş garibim. Stefaan, kız arkadaşının da son zamanlarda eve iş stresiyle geldiğini anlatınca, dedim ki içimden “işte Stefaan bunlar hep kadın olmakla alakalı, biz hangi milletten olursak olalım, stresi erkeklerden daha fazla yükleniyoruz, sen anlamazsın.”
Hani Cem Yılmaz’ın bir espirisi vardır, kadınların üst sürüm dijital, erkeklerin hala analog olduğundan bahseder. Ben de analog bir eski sürüm insansı olmayı çok isterdim, bu karmaşıklık beni yoruyor, zavallı erkekler ne yapsın.
Ne yapıp ne edip meseleyi yine kadın erkek konusuna getirdim farkındayım. Peki çıkalım.
Bugünlerde bekar anne takılıyorum, İlker İzmir’de. On iki günlüğüne gitti ama giderken bolonez sos pişirip, köfte karıp buzluğa koymayı ihmal etmedi.
Gideceği gündü, her şeyi buzluğa koyduk, çay demleyeceğim bana bir gülme geldi. Adam bana üç beş gün idare edecek yemek bırakıp seyahate çıkıyor, ben seyahate çıkarken demlemesi için çay poşetleri hazırlıyorum. Tek kap yemek bırakıp gitmişliğim yok.
Bizim evde cinsiyet eşitsizliği var ama geleneksel yönde değil.
Annem, babam yazlığa yalnız gidecekse, babamın ısıtıvereceği şekilde yemeklerini hazırlayarak gönderir. Hadi babam yumurta kıramaz (marifet sanki yumurta kıramamak) ben yemek yapabilen bir insanım, niye yapıyorsun muhterem kocam? Arca ergenini doyuramayacağımdan korkuyorsa demek. Ama yok biliyorum ben, oğlanın önüne ha boyna sebze koyacağım diye korkuyor, eh bir mağara adamının et yemesi gerek!(Mamutlu börek taş devri kitabından)
İlker olmayınca, onun üzerine aldığı diğer bir iş olan “Arca’yı futbol maçına ve antrenmanlara götürmek” bende tabii ki. An itibariyle maçın başlamasını arabada kahve içip bu satırları yazarken bekliyorum. Az sonra sandvicimi tıkınıp maça gideceğim. Ve üzerimden tır geçmişçesine bitirdiğim haftanın stresini hafta sonunun domestik ve lojistik işlerine akıtıp arınmayı hedefliyorum. Hadi bakalım gazamız mübarek olsun.
Ah bu stres mahvetti bizi. Öyle doğru ki söylediklerin. Benim eşim hep ben düz bir adamım der. Erkekler düz biz çok karmaşık. Ben de isterdim düz olmayı.
Kolaylıklar dilerim💜
E bu yazının başlığa ihtiyacı yok ki zaten, ana başlık stres.. “Adı içinde saklı” yazısı olmuş bu ☺️